24 Ekim 2013 Perşembe

113 kurban yola…

Bayram da, tatili de geldi geçti. Sonuç; sekiz günlük tatil boyunca 113 kişinin yaşamını yitirdiği 624 kişinin de yaralandığını ünledi ana haber bültenleri.
Ne acı…
Dile kolay, en az 113 aileye ateş düştü, bu bayramda da…
Olayı haber olarak sunan spikerin şu sözleri ise tam ifade edecek olursak: trajikomik…
“Uyarılar bu bayramda da kar etmedi ve yaşanan trafik kazalarında, 113 kişi yaşamını yitirdi…”
Öyle bir ülkeyiz ki, Ulaşımımızın neredeyse tamamı karayolu üzerinden yapılıyor. Hükümetimiz duble yol yapmakla, belediyelerimiz çok asfalt dökmekle övünüyor ve toplumumuzda araba sahibi olmak önemli bir sosyal statü…  
İstanbul trafiği keşmekeş deniyor, ama kimse niye İstanbul gibi bir şehirde deniz ulaşımı % 4 diye soramıyor.
Böyle bir ortamda ülkeyi yönetenler trafik kazalarının önüne uyarı yaparak geçilebileceğini sanmamızı umuyor.
Allah aşkına anlayın artık uyarmakla olmuyor!
Geçenlerde Birgün gazetesinde bu konuyla ilgili bir röportaj yayınlandı. Röportaj İstanbul Teknik Üniversitesinde görevli bir akademisyenle yapılmış. Akademisyenin bölümü Trafik Mühendisliği… Röportajı yapan Önder Abay. Önder, akademisyenin ismini açıklamıyor, şöyle açıklamış bu durumu; “Son dönemde akademisyenler üzerinde başlatılan cadı avına dikkat çekmek istiyoruz ve keyfi bir soruşturma yaşamaması için akademisyen arkadaşımızın adını paylaşmıyoruz.”
Buyurun…
Alın size akademik özgürlüğün boyutlarını açık seçik ifade eden bir durum.
Şimdi bir düşünün; Ülkenin en iyi üniversitelerinden birinde, İstanbul Teknik Üniversitesinde akademisyensiniz, bölmünüzün adı; Trafik Mühendisliği ve ülkede, trafik koca bir yara haline gelmiş… Yüzlerce insan bu sorun nedeniyle yaşamını yitiriyor ve siz bu konuda belki ölüm sayısını azaltabilecek çözümler sunabilecekken, bir gazeteye röportaj veriyorsunuz ve isminiz açıklanmasın istiyorsunuz.
Tüm bu yaşananlardan sonra o ülkede kim akademik özgürlükten bahsedebilir?
Sonra ana haber bültenlerinde ahlanır dururuz işte…
Ortada bir sorun var mı-var…
Ne yapıyoruz sorunu çözmek adına?
Uyarılarda bulunuyoruz.
Sonuç değişiyor mu?
Hayır…
Tekrar sorunla karşılaştığımız da yine uyarıda bulunmak hiçbir derde deva olmayacaksa ve bunu bile bile, tek yaptığımız uyarıda bulunmaksa, burada bir çaresizlik var demektir. İşte bunu görmek gerek.
Bu ülkede akademisyenler uzmanlık alanları olan konularda çözüm önermeye çekinir olmuşlar.
Bakın bu konuda en iyi örnek ise Prof Dr Onur Hamzaoğlu örneğidir.
Onur hoca, Kocaeli üniversitesinde bir halk sağlıkçıdır. İşi, halk sağlığı ile ilgili çalışmak. Öyle de yapıyor. Kocaeli’nde Dilovası denen bir bölge var bu bölgede aşırı sanayileşmeden kaynaklı çevre kirliliği oluşmuş. Halkın sağlığı tehlikede yani… Kirlilik o kadar artmış ki bu kirlilik anne sütüne kadar etki ediyor.
İşte Onur Hamzaoğlu bu kirliliği dert ediyor kendine ve ulaştığı sonuçları birçok defa resmi kurumlara yazılar, raporlar yazarak iletiyor, bir sonuç alamıyor. Ve en sonunda Onur Hoca bulgularını basınla paylaşıyor.
İşte bu noktadan sonra başına gelenler; Belediye başkanı onur hocaya hakaret ediyor ve dava açıyor. Üniversitede açılan idari soruşturmalar. O kadar ilginç baskı ve sindirme mekanizmaları devreye giriyor ki, anlatsam sayfalara sığmaz. Nitekim konu, koca bir kitap olarak yayınlandı bile.
Benzer baskılar birçok akademisyenin, halk sağlıkçının başında. Yaşandı/yaşanıyor. Beyza Üstün, İlker Belek, Timuçin Köprülü, Ertan Yılmaz, Meryem Kurtulmuş, Seydi Çelik, Özlem Özkan… Say say bitmez.
Efendim konu trafikti oradan girdik ve akademi özgürlüğünde iş kilitlendi. Şimdi neremiz doğru ki diyenler çıkabilir, haklıdırlar da çoğunlukla.
Ama ne yapalım bizimde elimizden gelen bunları yazmak, öyle yaptım bende. Sürçü lisan ettiysek affola…
Sağlıcakla…

Hiç yorum yok: